Blog Listem

Bu Blogda Ara

Sayfalar

23 Kasım 2010 Salı

Son Hissediş

Her şiirin hayata dönüş olduğunu,
Her dönüşün bir uzaklık oluşunu hissettim.
Ama şimdi hissettiğim…
Hayır hayır hiçbir şey hissetmemeliyim.
Senin istediğin bu olsa gerek?
Kırmızı ışıklar var etrafımda şimdi;
Kahve, bira, şarap…
Anlık ruh halime eşlik eden.
Ve bir de müzik
Bitmemesini dilediğim
Ama bitecek gece gibi.
Sonrasında dönecem suskunluğuma.
Sanki sen varmışçasına
Konuşmayı umacağım gölgelerle.
Zaman geçecek hep hiç aldırmadan.
Kendi kendime gülümseyeceğim;
ki hep bekleyerek…
Her cevapsızlığın hayatta tükeniş olduğunu,
Her tükenişin bir çözüm oluşunu hissedeceğim.
Ama şu an…
Sabaha ihtiyacım var,
Aydınlıkta inandığım düzene belki.
Kimbilir sana, kurabileceğimiz bi kaç cümleye.
Sessizliğin yok oluşuna, yağmurun gürültüsüne.
Bedelini bekleyen her gerçek son gibi,
Bir şeylerin başlayışına ve bitişine…
Ne yapmam gerektiğini bilmeye en çok!
Ummak ve dilemek dışında;
Asında beni hatırlamana ihtiyacım var!
Tutmaktan yorulduğum içimdekileri,
Paylaşmaya çalıştığım hafızamdakileri
Bilmek ve bilmemek arasında
Dinlemene gereksinimim var.
Dakikalar gidiyor ve ben hazır hissediyorum.
Ama neye?
Bilmiyorum…

10 Kasım 2010 Çarşamba

Mutlu insanlara imreneceğiz

Ve hep mutlu olmak isteyeceğiz;
Zaman çivilerken bedenleri
Yorulmaya hazırken içimizdekiler.
Ve hep melekleri bekleyeceğiz;
Gelecekleri ana kadar
Belki dilimizi mühürleyeceğiz.
Ve hep Tanrı’yı isteyeceğiz;
O kendini ispatlayana kadar
Yakararak tükeneceğiz belki de.
Çocukları göreceğiz, yaşlıları,
Geçmişi ve avutuculuğunu da.
Masallardan bir karakter seçip
Ya da kendi kendimize bir masal yaratarak
Farklı diyarlarda yok olacağız.
Düşlerimizde köşeye çekildiğimizde,
Kendi kahramanlarımızı anlatarak
Mutlu insanlara imreneceğiz…

23 Ekim 2010 Cumartesi

İlk İnanış

İlk kez inanmak istedim Tanrı’ya
Ve ilk kez onunla konusmak
Birseyler hissetmek, hissedebilmek için.
Kendi çıkmazlarında kalınca insan;
Kendine inanmak istemez oysa.
‘Ben bir başkasıysa…’ eğer…
Ki zaten insan kendini hissedebilir mi?
Kendine inanmak geriye dönüşse
Zaman hızını alamamışken
İlk kez yırtmak istedim derimi
İlk kez kendimde başka birseyler aramak.
Birseyler hissedebilmek için yalnızca.
Fosil yıgınına dönüşünce insan,
Kütle yıgınına bürününce beden
Ki önemini yitirdiğinde yaşamın kaynağı
Düşler birbirini deldiğinde
Ve her boşluk yorulmuşsa birikmekten
Ne Tanrı ne de deri görmez işlevini…

Nedir İyi

Bize hep iyi insan olmayı öğrettiler
Neden olmamız gerektiğini değil!
Barış icin şarkılar yazılır;
Aşk için de.
Dostluk için sadakat yeminleri edilir;
Kutsal olan her şey için de.
İyi; iyiyi desteklerken
Öğrendim ve öğretildim ki.
İyi insan olmamak gerektiğini.
Duyarsızlık acı verip
Hassasiyet can yakarken
Ve tüm caba
İyi insan olmakken
‘Kim kimi destekliyor’ diye sorulur bazen.
Gözlerimi kapadığımda
Zamanı ezmek,
Sessizliği çiğnemek istiyorum.
Tüm ormanları yakmak
Tüm dinleri yok etmek
Ve düşünceleri çarpıştırmak…
Masalları yalanlara ikna etmek.

21 Ekim 2010 Perşembe

Tarifi Yok

Tarifi yok!
Hiçbir hissin tarifi yok.
Kırmızı şarapta dünyayı görmenin bile.
Ya da göz yanılgılarının tuzağı bu.
Huzuru ararken ve tam adımların azalmışken
Hayır bunun da tarifi olmamalı.
Kalbinin neden acıdığının anlamını bulamama gibi.
Acının anlamı da yok!
Bogaza gömüleninse hiç.
Geceden kaçışın ve hep…
Evet hep geri dönüşün dahi.
Oysa gerçek dünya burası.
Korunaksız zamanlı ve tek renkli.
Kaçkının doludizgin hikayesi gibi;
Kuzgunun gözlerindeki hüzün belki de.
Adı konulamayan bir şey olsa gerek.
Aidiyet ve olmama arasında.
Dışta anlaşılmayan, içe sığmayan nedenlerle
Gözün görmek istemediği kayboluş!
Öyle uzun ve zor ki kelimeleri tüketmek.
İki notanın anlatmaya yetmeyeceği bir endişe,
Suskunluğun sonuçsuz kaldığı serüven bu.
Kime sorulabilir ki bu çaba yolculuğu?
Yanıt da yok kim bilir!
Çökmüşken üzerine cevapların.
Kimbilir gece, kimbilir sigara, kimbilir ayna
Suskunlaştırabilir içinde tükenen şeytanları.
Dizginlenmeyen şeytanın da tarifi yok ki…

9 Haziran 2010 Çarşamba

Akıldaki Boşluk

Özgürlüğe kaçış içinse tüm çaba
Neden kaçılır ki bedenden, düşünceden.
Son ile sonuç arasında;
bedeni mühürlerken,
düşünceyi çivilerken.
Gözlerde dalış ve içten içe yakarış.
Ait olunduğu yeri arama adına.
Ve hep kendine kaçış aslında.
Yol göstermeyince sezgiler,
İnsanlaşınca ruhun doğası
Kabuğuna yapışan bir istiridye gibi
Kurtulamadığında çıkmazlarından
Yutkun direnen insan!
Aklını yitirirken,
ruhuna direnen
Ve hep bekleyen…
Boşluğu gizlemek adına
Ve boşluğu yok etmeye çalışan…

29 Nisan 2010 Perşembe

Marianne

Kıskandığım tek kadındır Marianne
Yüzünü görmem, mizacını bilmem;
Duymam, hissetmem.
Körüklü bir duygu bendeki sadece.
Oysa ben yine de derim ki;
Görmeksizin, bilmeksizin
Kıskanmaya değer özel bir kadın Marianne.
İmrenmeye değer.

Efendinin Saltanatı

Bir mesih, bir mistik gibi
Kendi zorunluluklarında boğulan
Boş bir madde…
Uzak olsun bana ki çok uzak.
Tek tanrılı dinin saltanatı
Çok mitli dünyanın efendisi
Alacakaranlığa yerleşsin.
Medet uman boş inanç
Yerleşmeden mümkün olan dünyaya
Yok olsun doğruca boşluğa.

20 Mart 2010 Cumartesi

Zorba'yla Diyaloglar

Eğlenmesini biliyorsun,
acı çekmesini de dedi;
Eğlenirken acı çekmesini,
acı çekerken eğlenmesini biliyorum dedim.
Mutlu musun dedi;
Mutsuzum diyemeyecek kadar dedim.
Mutsuz musun dedi;
Mutluyum diyemeyecek kadar dedim.
Neden çok konuşuyorsun dedi;
Düşünmemek için dedim.
Neden çok susuyorsun dedi;
Düşünmek için dedim.

Düşünmek acı verir dedim;
İyiler zarar görmesin dedi.
Kötü olmayacak kadar iyiymişim.
Becerebiliyormuşum.
Yüzünde yaşam izleri yok dedi.
Sustum.
Susmayı becerebiliyormuşum.
Benim için gülümser misin dedi;
Şarap yerde,
yaşlarsa gözümde yuvarlanıyordu.

Gövde

Düşünce ekince beyne,
ya da beyin tamamlayınca düşünceyi.
Susar dil sessiz savunuşlarıyla.
Her suskunluk, her hissediş.
Eksikliğidir mutlak doğruluğun.
Ahlaki emir karşısında
aciz olan tutumu.
Yavaşça konuşun karşımda
Sakince öylece.
Her suskunluk
ve her hissedişte yorulmak.
İşte o zaman doğaya yönelir yüzüm.
Sadece gövdedir sizi dinleyen.
Sadece nefes almadan ibaret bir gövde,
Sadece hücreden....

Melez

'Bir şey için yaşıyorum' dedim;
Öyleyse bir şeyler söyle dedi.
Çok şey var söylenecek;
ne ele ne de göğe sığar.
Evet, yaşıyorum dedim.
Bir fahişe için, bir çingene için.
Bir çocuk için, bir ihtiyar için.
Dünya melezmiş,
yükleyince dünyaya herşeyi.
Ve bir zaman sonra öğrendim ki;
kimse için yaşamamak gerektiğini.
'Bir şeyler için yaşatılıyorum' dedim.
Bir düş ve bir de düşünce için.

Yanılgı

Aramak ve hep kaybetmek.
Varoluşu kanıtlamak için.
Neden bu öfke, bu kuruntu.
Çiçek toprağı kaybetmedikçe...
Ve ben
Her nefeste üzerine basmadıkça,
bir anlam yüklemeyecem.
Ve sen
her tükenişte bana da anlam yükleme,
hiçbir sıfatı da...
Yalnızca bir kelime öyleyse;
Kaybolmuş!

2 Mart 2010 Salı

Gitmeyip de Bırakılmayan Uykusuzluk

Yaşamın en karanlık köşesinde;
Şair gider, şiir gitmez.

Gençliğin en çekilmezliğinde;
Şair bırakır, şiir bırakmaz.

Ölümün uç noktasında;
Şair uyur, şiir uyumaz.

Anlam Kargaşası

Dünya ne zaman ayaklar altındadır,
diye sordum kendi kendime.
Düşünürken mi, konuşurken mi, uyurken mi?
Düşünceler yürümeye başlarken mi?
'Beklerken' dedim kendi kendime.
Katbekat artan zamana karşı duruş.
Yeryüzü yutunca zamanı.
Ne ağırlık kalır ne de sancı.
Kuşun gagasındaki bir mektubu,
nehrin ortasındaki bir şişeyi.
Hayır hayır, insan bunu beklemez.
Zamanını bekleyendir insan.
Düşünme zamanını, karar zamanını,
aslında umut zamanını.
Dünya and içince koşulsuzluğuna.
Anita suskundur anlam kargaşasında.
Beklerken...
Umut ederken...

21 Şubat 2010 Pazar

Kusur

Gece geçit vermez anlara
Anlarsa gömülür her çağrıda geceye
Evreni dolduran koca bi karanlıkta.
Susmak mı gerek, unutmak mı, sabretmek mi.
Ya da kendi kendini bağışlamak mı?
Zamana yüklemek mi yüzdeki çizgileri,
zaman başkalaştırırken;
bir filmle, bir kitapla, bir şarkıyla, bir resimle.
geçiştirilir yitiklik.
Siyah-beyaz görkemli tuzaklar...
Geçit yoktur iyiliğe, mükemmelliğe.
Hal-hatır sorulur ki ne diye.
Kovulmayınca tesadüfler, korunmayınca esaretler,
ses haykıramaz 'ben böyleyim' leri.
Dil mahkum...
İyiyim, mükemmelim.
Ama kusurlu.
Büstü dikilmiş bir böcek gibi,
heykeli yapılmış bir gölge gibi.
Görkemli kaybedenler olarak;
'Alışmak' deriz yaşamın eş anlamına.
El mahkum...
İyi, mükemmel,
Ve kusurlu.

Miskin

Güzel şarkı!
Üzerine methiyeler sunulacak,
üzerinde durağanlaşacak kadar özel.
Yağmur dinmesin istiyor haylaz kız;
kalem tükenmesin,
kahve soğumasın.
Gece yorulmasın kendinden,
Cohen susmasın.
Ahlaksız şiir!
Altında mana aranacak kadar.
Ödünçte olsa hep beklenilen cinsten.
Ruhu azad etmek için her azap titreyişinde
Bir manayı beklemek ve aramak;
bir sözde, aylak bir dizede.
Belki haylaz kızın parıldayan gözlerinde.
Miskince...

20 Şubat 2010 Cumartesi

Gün Işığı

Yalnızca uyurken yaşanılırmış
Anlam yolculuğuna çıktığında insan.
Sonu nereye gidilir bilinmez.
Gökkuşağı kirletilene dek sürer bu yaşam,
daha çok kirletmek adına.
Saklandıkça daha çok görünürdesin.
Gözleri tetiktedir, gök boşluğundaki dünyanın.
Oysa ne güneştir düşmanın, ne de ışık.
Gün ışığınadır silahın.
Elleri ensededir gün ışığının hırçınlığı.
Ne kırılganlık, ne naiflik.
Her ikisi dişi bir domuz gibi.
Yapışır yakasına insanın hileli.
Soğuktur dışarısı, uçarıdır, kalabalıktır.
Doğma bebek dersin, büyüme ve ölme.
Çünkü ölüm topraktan ibaret değildir,
hayal kırıklıkları da birer ölümdür,
kimine göre her doğan gün de böyle.
Biliyorsun ki sen inatla;
Sadece insanlar acıtır, yaşam değil.
Sadece gerçekler acıtır, doğrular değil.
Seni sadece senin mutlu ettiğini,
Seni sadece senin güldürdüğünü,
Seni sadece senin üzdüğünü,
Seni sadece senin ağlattığını sanırsın.
Sadece bulutlar acıtır, gökyüzü değil.
Sadece gökkuşağı acıtır, gün ışığı değil.

11 Şubat 2010 Perşembe

Dilemma

Git ya da gel.
Git ve görünme.
Her gidişte dönmek,
her gelişte uzaklaşmak için.
Huzursuz merak içinde
takip edilir ikilemlerim.
Hatalar mahvedici, yanlışlar yanıltıcı.
Acizdir ayrımlar ve avuntular.
Sen gitsen de anlarsın ki;
Kaçışlar aynadadır.

Sus ya da konuş.
Sus ve dinle.
Kayıtsızlık çabası canlanıp,
yeltenince mümküniyetiyle
ihlal ve inkar etme sanrısı.
Centilmendir acı
takip edince tüm kibirliliğiyle,
kendi kendini duymaz olur.
Sen sussanda bilirsin ki;
Gürültü gökyüzündedir.

Puslu

Uzun geceler rüya görmeden,
dünyanın bir düş olduğunu düşlerdim.
Yıllardır hiç masal okumadan,
dünyanın bir masal olduğunu sanırdım.
Bir masal kahramanı yaratırdım kendimce.
Bir anti-kahraman!
Yetinememezlik...
Sihirbazlar ve büyücüler.
Sürüp gittiğinde bu döngü,
yaratılmamış olanı yaratmak,
yaratılmış olanı kaçırmak isterdim.
Puslu rüyalardan ve masallardan.

3 Şubat 2010 Çarşamba

Anlamsız

Hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi.
Ne duyunun, ne usun, ne de mutluluğun.
'İç' tir mühim olan,
Zorunlu birlikteliğiyle kalbin.

Ne aklın sınırları
Ne beden terbiyecileri
Mumları yak ve söndür.
Yak ve söndür!
Göstermek değildir neden,
eskitmemek için yüzümü...
Ne ruhun yüceliği
Ne ahlaki sevgi gerçeği
Şamdanları kır ve onar.
Kır ve onar!
Erimesi değildir neden,
yok etmemek için kalbi...

31 Ocak 2010 Pazar

Umut

Umut; doğan en son çocuğumdu.
Kızgın bakışlı, üzgün duruşlu.
Yüzü kime gülmüş belli değil.
Beklentinin en biçimsiziyle
Doğaya gömmüş kurtuluşu.

Umut; ölen ilk çocuğumdu
Gözleri bağlı, ağzı kilitli.
Yığınlara küsmüş sebepsiz değil.
Beklentisizliğin en uyanıklılığıyla
Çiğneyerek uzlaştırmış başıboşluğu.

Umut; en tatlı çocuğummuş.
Doğaya gömülmüş, çiğneyerek uzlaştırılmış

Başka Cennet Yok

Ölüm alçak sesliydi.
Geceyse fısıltılı...
Ruhumu emzirmek için
Olanca gücümle yaklaşıyorum keşişe
Hafifletiyorum sayınca günahlarını
bir ilkeye ihtiyaç duyunca.
Ölüm insanlık dışı bir çağrıydı.
Geceyse çivit mavisi bir acı...
Eksiksizce geçince vakit,
dünyaya bağlanmıştır çoktan ölüler.
Kovaladığında içimdeki kurnaz ses
'Uçmak için çok kanat gerek' derdi.
Her hayranlık verici düşümde,
irice bir bozgun ele geçirir düşlerimi...
Tükürmek içindir aslında tapınaklar,
ele geçirince içimdeki boğucu şehri
Sezişler ve şüphelerin ahenginde
ifadesiz bir cehennemin egemenliği.
Dinle ve sus!
Her dem aynı dönüşüm
duyunca cennetin çağrısını,
aralayınca cehennemin kapısını.
Dinliyorum ve susuyorum!
Ve ben biliyorum ki,
Ölüm alçak sesle der,
geceyse fısıldayarak sabretmez.
'Başka cennet yok'