Blog Listem

Bu Blogda Ara

Sayfalar

30 Eylül 2007 Pazar

Kukla İskeletleşmedi Henüz

İlk kez ölmek istedim dün gece. Ölmeyi düşünmeden, istedim işte. Yo hayır, bu yaşamdan acizlik ya da bi intihar teşebbüsü değildi, o kadar cesur olamadım hiç, ki o kadar umutsuz da. Tektim odada, gömüldüm yatağa, başladım ağlamaya. Sanırım içine düştüğüm boşluk, can atarak istediğim yalnızlık, belki de hiç sorunlu bi düzenim olmayışı, ya da dinlediğim şarkının yoğunluğu ve beynimi kemiren o tırtılın düşünmem için beynimi ve beni sahiplenmesi... Herşey yolunda ve ben isyan ettim, hergün biraz daha siz'leşmek, biraz daha ben'leşmek, gitgide sıradanlaşmak ve bunun kölesi olarak, sistemin efendisi olmaya çalışmak... Neden ki yaşadım bunca yıl, geçmiş çağları incelediğimiz gibi, ilerde insanoğlu benim ve sizin gibileri 'tarihtekiler' adı altında incelesinler diye mi, tarihe konu olmak için mi yaşadım ben yani? 'Tanrı'm ölmek istiyorum' denen o üç kelime, dişlerimi sıkarak, canımı yakarak çıkıyordu, öylece... Kahretsin ki neden 'belki'ler adı altındaydı, tam anlamıyla nihai bi nedeni de yoktu, alkollü de değildim. Aradığım, bu girdabın ve gözyaşının bi nedeniydi ve bulmak zorunda olduğumun farkındaydım.
Farkına varıp da, farkında olmamak için ölmek istedim dün gece.

Yetmedi... Ben öldükten sonra insanların ardımdan parçalayacakları edebiyattan kaçmak için, tüm bencilliğimi kullanıp, 'artık kıyamet kopsun ve insanlar görkemlice ölsün' diye yakarışlarım oldu, affedin lanet ben'i... Hızımı alamamıştım, bi cümle daha, sanırım en mantıklısı; 'ben senin kuklan mıyım Tanrı'm?' Ağzımdan çıkan bu cümleye rağmen beynime yönelen sıradışı olgular, dünyayı benim değiştiremeyeceğim gerçeği, aptallığım ve akıllılığım, heveslerim ve hayal ettiklerim, baklentilerim ve isteklerim iliklerime kadar yiyip bitiriyordu beni. Tanrı beni istemediğim şekilde kukla olarak yönetiyordu, en azından tüm iyimser ve kötümser yanımı, inançlı ve inançsız zaafllarımla.
Evet dün gece ben korkusuzca ölümü istedim.

Ölmeyeceğimi, sonumun o an olmadığını biliyordum; dokularım ve organlarım iflas etmeye meyilli değildi o gece, beynim düşünmekten bıkkındı o kadar.
Ergenlik dönemindeki genç kız bunalımı gibi bi durumun söz konusu olmadığını da kestirebiliyordum en azından. Farklı olmaya çalışmak gibi bi niyetimde yoktu, hem zaten ölümü istemek yeterince sıradan değil mi? Sonsuzluğa kaçış mıydı bilmiyorum hiç. Hayatımın üçte ikisinde yapacağım çok şey vardı kendi adıma, bu ise rahatlamama yetebilecek bi nedendi oysa.
Ölmek istedim, o an hayallerim de sıradandı; tek başına dünya turu, onlarca kitap yazmak...

Ve yine düşünüyorum da neyi ve niye istediğimi; fazlaca yalnız kalmak için, belki başka alemde bi şekilde sıfatlandırılmak için, belki de o alemi merak edip, ondan çok geç geri kalmamak için. O bi kaç dakikada üzerime gelen nesnelerden daralıp, oraya bomboş ve huzurluca, dingin gitmeyi arzuladığım için. Yakıştıramasam da bu yaşta bu düşünmeyi, istedim işte, düşünmemek için istedim ölümü. Çürümek, kokuşmak ve iskeletleşmek nasıl bişey, bunu erkenden yaşamak istedim.
Şey, aslında ben ölmek istemedim dün gece; dünya değiştirmek istedim yalnızca...

23 Eylül 2007 Pazar

ne yaparsan yap ya da

Soğuk bir günde; boğaz yolculuğu yap ve vapura bin, arkaya otur, demirlere doğru uzat ayaklarını, rüzgara bırak kendini sonra, martıları dinlerken, izlemeye çalış İstanbul'u... Demek isterdim; oysa sen sevmezsin denizleri, deniz senin için sadece bir ad. Oysa ben severim denizleri, korkuyu ve hayranlığı aynı anda yaşattığı, ürkütücü ve düşündürücü geldiği için...

Canın sıkıldığında at kendini İstiklal kalabalığına, içinden geldiği gibi giyin, afişlere baka baka, insanlara çarpa çarpa yürü, kitap ve cd satan insanlardan teşekkür ederek kendine bişeyler al, insanların seninle ilgilenmediğini, seninse onlara yetişemediğini, yetişemeyeceğini gözlemle... Demek isterdim, oysa sen sevmezsin kalabalığı, kalabalık senin için sadece bir gürültü. Oysa ben severim kalabalığı, sessizliğe gelemediğim, yalnızlıktan korktuğum, caddenin farklı farklı insanlara kucak açtığını gördüğüm için...

Kendini çaresiz hissettiğinde, durdur zamanı. Günün 24 saatini 16 saat olarak ayarla kendince, kendi zamanını kendin ayarla. Zaman tanrısı Cronus'a yanlış ayarda olduğu için öfkelen. Tanrı önemsemediği için zamanı, tüm sinirini kolundaki saatten çıkar... Demek isterdim, oysa sen sevmezsin sabretmeyi, zaman sadece geçici bişey senin için. Oysa ben severim zamanla yarışmayı. Kendi zamanımı kendim seçtiğim, zamana dur dediğimde durmayıp, 'sabretmek'
denen fiili kendi kendime öğretebildiğim için...

Herşey anlamsız gelmeye başladığında; hayal kur, beynindeki boşluklara yeni hayatlar ekle, başka alemlerde planlar kur. Büyük hayaller için kurmak için büyük insan olmak gerektiğinin mühim bişey olmayacağına inanarak... Demek isterdim, sen sevmezsin hayal kurmayı, hayal kurmak senin için zaman kaybından ibaret. Oysa ben severim hayalleri, çünkü insanlar hayallerine normal hayattan daha kolayca yön verebilirler; ki küçük hayaller için de sıradan heveslerin yeterli olduğu bilincinde olduğum için...

Yapacak bişey bulamadığında ya da kalmadığında, konuşmaya başla. Tek düzeliği, yeni cümleler kurup atlatmaya çalışarak hafifle. Susmanın sadece, sessiz bir tükeniş olduğunu öğren, daha çok ifadeyle çözüm yolları arayarak rahatla. Demek isterdim, oysa sen sevmezsin konuşmayı. Konuşmak senin için, gereksiz bir zahmet. Oysa ben severim konuşmayı, senin gibi susarak kusmadığım için kafamdaki tilkileri...

iyiliğin ve kötülüğün eşiğinde

İyiliğini isteyecek kadar kötü değilim ben;
Sadece yalnız kalıp, kendi kendine ömrünü azaltmanı bekliyorum; kendinle barışık olmadan yap bunu. İnsanların yanındayken de bedenini daha erken yaşlandır, burnunun üstündeki gözlüğü farkedemicek ve farkedilemeyecek kadar huysuzlaştır ve yalnızlaştır kendini.
Sonra adını hatırlayamayacak kadar kaybet hafızanı. Ruhunu da aç bırakmayı unutma. Her zaman seninle sandığın müziğin sağlam kulaklarını patlatmasına müsade et, ki Tanrı'nın yüksek sesle senle dalga geçtiğini anla. Yanında zannettiğin kalbini de aç bırak, dinlediğin şarkının kalbini acıtmasına izin ver; ki Tanrı'nın canını sıktığını anla.
Git, gelmemek üzere, ya sihirbazların yok ettiği ender insanlardan biri olmaya çalış ve bir daha gelme işte. Çok, çok uzaklara git, yolunu bermuda şeytan üçgenine düşür ve bir daha dönme. ya da beynini, kalbinle beraber bilmediğin yollara doğru sürükle; ikisinin galip geleceğini düşünüp, yarı yolda yenileceğini bilmeyerek...
Bunları yaparken büyük bir haz duy; hain olduğunu düşünerekten...

Kötülüğünü isteyecek kadar iyiyim ben;
Eğer ki uzaklara gitmediysen, depremleri davet et evine, karşı koymaya çalışmadan. Bedenin hala sağlamsa, kendini köprüden pis sulara bırak ya da boyutlarını hesaplayamadığın bir binanın üzerinden sert betonlara. Ki hala hayattaysan masum ve hatalı bi cinayete kurban edilme planları planla, ardından kadavran sorgulansın
Eğer ki müzik kulaklarını patlatmadıysa, dinlediğin şarkının mideni acıttığını hisset ve kendine gelemiyecek kadar alkole ver kendini, ağzındaki köpüklere, midendeki ürkütücü sancılara şahit olup, ta ki cinnet geçirene dek, ardından korkunç efsaneler yaratılsın.
Eğer ki hala yaşlanmayıp, kendini dinç ve kalabalıklarda hür hissedersen; kendi kendine bağır çağır; ne varsa kır dök, çığlıklar at, gücünü kahrederek ölç. Pişmanlıkla kahrolma yerine, işkenceyle yıpratılmayı dene, dene ki ardından acizliğe dair kitapların yazılsın.
Bunları yaparken de küçük, çok küçük bir bedel öde, hain olduğumu düşünerekten...

sana bir sır verim mi?

Sana bir sır verim mi?
Gördüklerinin hepsi sahte, duyduklarının hepsi palavra, bildiklerinin hepsi yalan, inandıklarının hepsi birer oyun...
Gerçekleri görmek, duymak, bilmek ve bildikten sonra inanmak mı istiyorsun; neyin sahte, neyin palavra, neyin yanlış ve nelerin oyun olduğunu görmek, duymak, bilmek ve bunlara inanmamak mı istiyorsun? Peki neyi istediğini biliyor musun o halde?
O zaman aç gözlerini ve kulaklarını, dünyanın sana yalanlar söylediğini gör, duy, bil ve buna inandır kendini. Gözlerine ve kulaklarına bağladığın şeyi çıkar; bildiğine inandığın herşeyi yok et; şimdiye kadar inandığın tüm şeyleri at çöpe. Dünya seninle oyun oynuyor; farkına var bunun. Hem baksana dik duruyor mu, peki hiç yerinde duruyor mu? Dönerken seni; olduğun yerde, olduğun gibi bırakıyor mu? Dünya seni de, kendini de kandırıyor dostum.
Ve sen olduğun yerde, olduğun gibiyken; ben sana bir sır verdim, dünya dolandırmış seni bi kere. Nedenini de söyleyim mi? Arayış içinde o da; ne istediğini bilmiyor ve hiçbir şeyden tatmin olmamış bulunmakta, hatta büyümemiş daha dünya.
Senin gözlerine, kulaklarına çözümsüz düğümler attı. Bildiğin ve inandığın şeyleri, başka şeylerin karşılığıyla değiştirdi ki inandıklarının da yolunu şaşırttı. Görmek istediklerini duymak istediklerine söylerken; bilmek istediklerini, inanmak istemediklerine söyledi ki; söylemek istediklerini, söylemek istemedikleriyle çoktan söyledi bile...